Vahşi Discus & Biyotop Oluşturma
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
İlk yazdıklarımla ilgili her hangi bir tartışma yapılmamış olsa da ben biyokimya üzerine biraz daha detaylı bir şeyler anlatmaya gayret edeyim. Protein meselesi üzerine bir kaç biyokimyasal lakırdı daha edeyim.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Videoyu ve linkini paylaşabilir misiniz? Hazırlanan yemin içeriğini görüp öğrenmek belki bir katkı sağlayabilir. Adamlar o kadar içinde olduklarından balıkları neyin çektiğini ve neleri yemekten hoşlandığını kesin çözmüşlerdir. Doğal ortamdaki yem mantığına destek olabilecek fikirler verebilir.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Beğenenler: [T]11930,birhan[/T]
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Kanola nedir?
Kanola (kolza), Kanada'da yetişen, 1970'lerde Keith Downey ve Baldur
Stefansson tarafından bulunan bir tür bitkidir. Kanola yağı, zirai
yöntemlerle elde edilmiş kolza bitkisinden ekstrakte edilir. Kullanımı
ile, düşük erüsik asit içeren ve düşük glukosinalat içeren yemekler elde
edilmektedir. Kanola kelimesi, "Kanola yağı, düşük asit" kelimelerinden
1978 senesinde türetilmiştir. Aynı zamanda "LEAR" yağı (Düşük erüsik
asit kolza tohumu) olarak da bilinmektedir. Kanolanın Geçmişi
Kanola, kolzanın yağlık tohumundan elde edilmekte ve %2'den daha az erüsik asit içermektedir.
Bu durum, kanola yağını kızartma yağı olarak kullanabilir kılmakta ve çiftlik hayvanları için yüksek kaliteli yem olmaktadır.
1985 senesinde, FDA (Gıda ve İlaç Dairesi), kolza yağının insan tüketimi için güvenli olduğunu belirtmiştir.
Kanola yağı, %6 doymuş yağ içermekte olup, bu seviye bitkisel yağlar için elde edilebilecek en düşük seviyedir.
ABD, her sene 2 milyon hektar üretim arazisi ile ihracat yapmaktadır.
Kanola Yağı
Kanola yağı hakkında 2 farklı görüş savunulmaktadır. Her 2 fikride anladıktan sonra kullanıp kullanmamanız sizin tercihiniz.
Kanola yağını desteklemeyen yorumlar: Kanola yağı, kolza bitkisinin genetiği değiştirilmesi sonucu elde edildiğinden büyük zararlarının olabileceği savunuluyor. Hatta genetiği değiştirilmiş gıdalar üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda bu tarz besinler ile beslenen canlılarda büyük problemler oluştuğu gözleniyor. Dünyanın birçok ülkesinde genetiği değiştirilmiş gıdaların üretimi ve satışı yasaklanmış durumda. Etkileri hemen görülmesede yıllar geçtikten sonra çok ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Aslında ülkemiz yağ konusunda bu kadar zenginken kanola yağına yönelmek çokta mantıklı gelmiyor.
Kanola yağını destekleyen yorumlar:
Konola yağı ilk olarak Kanada’da üretilemeye başlandı ve daha sonra avantajlarının öğrenilmesiyle beraber diğer ülkelerde bu yağın üretimine başlamaya karar verdiler.
Konola yağı hakkında birçok insan yanlış bilgi ediniyor. Bu yanlış bilgilerin başında konola yağının tüketimi sunucunda; kalp hastalıkları, amfizem solunum sıkıntıları, kansızlık, kabızlık, aşırı duyarlılık, körlük, böbrek üstü ve tiroid bezlerinin yağlı dejenerasyonu gibi birçok ciddi rahatsızlığın görülebileceği düşünülüyor. Bu tür düşüncelerin nedeni konola yağının hammaddesi olan kolza bitkisinden kaynaklanmaktadır. Eskilere bakıldığında kolza bitkisinden elde edilen konola yağının makinelerde kullanıldığı görülüyor. Bu yağ içersindeki erosik asit oranının çok yüksek düzeylerde oluşu yukarıdaki rahatsızlıkların meydana gelmesinde birinci faktördür. Fakat şuanda marketlerde satılan konola yağları, kolza bitkisinin hibritleme yoluyla erosik asit oranının elemine edildiği bitkilerden elde edilen yağlardır. Yani kolza bitkisi olumsuz etkileri(erosik asit) ortadan kaldırılarak insanların tüketebileceği sağlıklı bir ürüne dönüştürülmüştür. Şuanda satışa sunulan konola yağlarındaki erosik asit oranı %40 tan %0.1 oranlarına kadar düşürülmüştür. Böyle düşük bir oran insan sağlığını tehdit edebilecek bir düzeyde değildir.
Konola yağındaki doymuş yağ oranına bakıldığında oranın %7 civarında
olduğu görülüyor. Bu oran zeytinyağında %15, ayçiçeği yağında ise %12
olduğu tespit edilmiştir. Konola yağının böylesine düşük doymuş yağ
oranına sahip olması ve omega-3 yağ asiti içermesi insan sağlığını
olumlu yönde etkiliyor. Konola yağı doymamış yağ oranı konusunda zeytin
yağından hemen sonra gelişi ise konola yağının, zeytin yağına bir
alternatif olarak görülmesine neden oluyor. Tekli doymamış yağ oranı
zeytinyağında %73, konola yağında ise %63 civarındadır. Konola yağının
yüksek oranda tekli doymamış yağ oranı içermesi bu yağın kandaki kötü
kolesterolü(LDL) engellemesini sağlamaktadır.
Konola yağının kısa sürede çok fazla tutulmasının nedenlerinden biride
ayçiçek yağına göre daha yüksek ısıya dayanıklı oluşudur. Bu özelliği
konola yağını kızartma işlemlerinde kullanılmasını sağlamakta ve
kızartma sonrası yağdaki olumsuz tat değişikliklerini engellemektedir.
Kanola yağını tüketip tüketmemek sizin elinizde, genetiği değiştirilmiş gıdaların tüketilmesine büyük tepkiler devam ediyor. Bu durumda kanola yağ yerine zeytinyağı veya ayçiçek yağı tüketilmesinde yarar var.
[QUOTE=cystein]Şahin Bey,
Alternatiflere şimdilik bir yorum yapamam ama Kanola Yağı konusunda mantıklı olmayabileceğini düşünmeme sebep olan yazılara denk gelince yukarıda paylaştım.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
- Dış filtreli sistemlerde klasik bildiğimiz "filtre suyu saatte en az 3-4 kere çevirmelidir" olgusu tortu oluşturabilmek için kontrol dahilinde biraz azaltılabilir diye düşünüyorum. Bunu efektif olarak, sistem döngüsünü sekteye uğratmadan şöyle yapabiliriz; sepet hacmi akvaryumun hakkından çok geniş ve debisi ayarlanabilir dış filtre alıp, içini uygun biyolojik döngü materyalleriyle doldurup giriş hortumundaki debiyi kısarak (deneme ve yanılmalarla) su çevrimini azaltıp biraz daha yavaş bir akışla bakteri alanının çok olmasından faydalanarak yapabiliriz diye düşünüyorum. Pipo filtre mükemmel bir aparat ama 300-500 litre akvaryumlarda destek dışında kullanılması zor.
Kendi discus akvaryumumda çok çok ince kum kullanmadığım için (1,5 mm gibi kum tane iriliği) ve dış filtre debisini kısmadığım (çıkış şelalesini nereye koyarsam koyayım sıfır akıntıya da ulaşamadım) için 11 aylık periyotta onca yemleme ve canlı yükü, hiç dip çekimi yapılmamasına rağmen tortu oluşturamadım tabanda. Ama kum kesitini akvaryumun önünden incelediğimde simsiyah dip kısımlar, tortunun elde kalan kısımları iri kumdan dolayı dibe çökmüş (Çok sayıdaki minare salyangozu da sülfür oluşmasını engelliyor şu anda sanırım). Kum üzerinde dışkı veya tortu yok pırıl pırıl. Burada moralimi düzelten bir şey var onu da söylemem lazım, dış filtreyi 8 aydır açmadım, içinin tortu dolduğuna eminim, debi kimi zaman kendi azalıyor, sonrasında organik materyaller çevrimini tamamlayıp eriyip atılıyor olmalı ki sisteme müdahale etmediğim zaman debi tekrar yükseliyor.
Kısaca; benim gibi yaparsanız sistem yine iyi işliyor ama görsel olarak dibi tortulu amazonu elde etmek çok zor. Geniş filtre alanı, çok düşük akıntı ve ince kum, çok kuvvetli olmayacak bir ışıklandırma ile tortulu bir dibi sanırım 4-5 ayda yapabilirsiniz.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir