Hastalık Yönetimi İlkeleri


RüzgardegirmeniÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 12/04/2006
İl: Manisa
Mesaj: 5919
RüzgardegirmeniÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 20 Ağustos 2014 12:00
Bazen durup düşünüyorum da, iyi ki balıkların ateşi çıkmıyor. Bir de o olsa, maazallah yüzgecinden tutup hastaneye koşardık herhalde. Ne yazık ki, hastalığı tedavi ederken uyguladığımız yanlış politikalar da en az hastalıkların neden olduğu kadar balık ölümüne neden oluyor.

Hastalık Yönetimi

Birçoğumuz, daha ziyade hobinin ilk zamanlarında hastalıklarla karşılaşmış olsak da tedbiri elden bıraktığımızda hastalıkların kapımızı yeniden çaldığını görebiliriz. Maalesef profesyonel olarak addedilmek veya etiket sahibi olmak, balıkların sağlıklı bir yaşam sürmesi için yeterli değil. Hastalığın önlenmesi ve balıkların sağlıklı olması için bazı temel tedbirlerin hobiciler tarafından alınması gerekir. Burada asıl önemli olan nokta ise ne yapılacağını öğrenmekten çok ne yapılmayacağının öğrenilmesidir.

Bu makalede çıtayı bir basamak daha üste çıkarıp daha sağlıklı nasıl bakılabilir sorusunu da kısmen yanıtlamaya çalışacağız. O halde ilk hedefimizin hastalıkla haşır neşir olmamak olduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle su sistemlerinde hastalığı oluşturan etkenleri tanımlamamız gerekir. Yani ortada bir savaş söz konusu ve biz savaştaki tarafları tanıyıp kimin kazanacağını tahmin edeceğiz. Şimdi sırasıyla tarafları incelemeye başlayalım.

Faktörler

1-Sıcaklık: Yazının başında insanlarda görülen ateş yükselmesine atıfta bulunmuştuk. İnsanlarda görülen ateşin faydalarından birisi de mikroplarla daha etkili savaşı mümkün kılmasıdır. Ateşimiz yükseldikçe savunma sistemimiz de daha iyi çalışır. Balıklarda da benzer durumlar geçerlidir. Sıcaklık arttıkça kanda dolaşan savunma hücreleri daha hızlı ve etkili çalışmaya başlarlar. Bu sıcaklık değerleri elbette türler arasında farklılıklar gösterecektir.

Sıcaklık artışının böyle bir avantajı olmasının yanı sıra bazı dezavantajları da vardır.

Sıcaklık ve oksijen çözünürlüğü ters orantılıdır. Yani sıcaklık arttıkça sudaki oksijen çözünürlüğü azalır.

Sıcaklık arttıkça organik maddelerin bozulma hızı da artar. Bu durumda iki farklı senaryo karşımıza çıkar. Eğer sistemde yeterli oranda kum, toprak gibi bakterilerin yerleşebileceği ve oksijensiz olarak bozulmanın gerçekleşebileceği bir ortam yoksa sistemin biyolojik oksijen ihtiyacı artacaktır. Bu da balıklara düşen oksijen miktarını azaltır. İstenmeyen ve zararlı bir durumdur.

Ancak benzer durumda, oksijensiz ortama müsaade eden kalın bir kum tabakası veya oksijensiz alan oluşturabilecek farklı bir tasarım mevcutsa sıcaklığın artışı organik maddelerin bozulması açısından olumlu bir pozisyon oluşturacaktır. Oksijensiz bozulma yolundan ilerleyen organik maddelerin oksijen tüketimi neredeyse hiç olmayacak ve zaten sıcaklığın artışıyla düşmüş olan oksijen çözünürlüğünü daha da düşürmeyecektir.

Sıcaklık arttıkça amonyak/amonyum dengesi amonyak lehine kaymaktadır. Bu da yine istemediğimiz bir durumdur ve zehirli olan bu gaz balıklar için ciddi bir dezavantaj meydana getirir.

Nitekim çoğu enfeksiyon düşük sıcaklıkta daha etkin olabiliyor. Bu yüzden çoğu hastalıkta (Columnaris hariç, columnariste sıcaklık 24 dereceye kadar düşürülmelidir) su sıcaklığı artırılmalıdır.

(Sıcak çok sıcak, sıcak daha da sıcak olacak ilkesi)

2-Oksijen, Redoks Potansiyeli, BOİ(Biyolojik oksijen ihtiyacı), KOİ(Kimyasal Oksijen İhtiyacı): Sudaki oksijeni artırmak için birçok aparat geliştirilse de deniz ve göllerdeki gibi asıl oksijen çözme yolu dalga ve akıntılardır. Sanılanın aksine hava taşları suya direkt olarak gaz geçişi sağlamazlar. Daha ziyade suyu hareketlendirdiği için bu anlamda katkı sağlar. Bunun yerine yüzey akıntısı yapacak filtreler ve aparatları kullanmak daha yerinde bir hamle olacaktır.

Sistemlerde genel olarak iki tür organik madde bozunması vardır. Biri oksijenli bozunma, diğeri ise oksijensiz bozunmadır. Hangi yolun ağırlıklı olarak kullanılacağını sistemin özellikleri belirler ve ikisinin de avantajları olduğu gibi oksijensiz bozunmanın daha fazla olması sistem açısından daha avantajlı olabilmektedir.

Organik maddelerin doğada tam dönüşümleri karanlık fermantasyon (bir çeşit oksijensiz bozunma) ile gerçekleşir. Akvaryumlarda da bunu sağlamak mümkündür. Ancak şartların gerçekten olgunlaşması gerekir. Kalın kum tabakası, özellikle organik karbon sağlayabilecek kuru yaprak ve bitki kalıntılarının kullanımı, tortu bunlardan bazılarıdır. Bu bozunma sonucu organik maddeler elementlerine kadar(Bakınız: Azot gazı) ayrışabilir.

Biriken organik maddelerin çoğu, oksijen gibi suda moleküler çözünürler. Bu da organik madde artışının oksijen çözünürlüğünü yarışmalı olarak düşürdüğü anlamına gelir. Esasında organik maddelerin bozunması sürecinde izlediği reaksiyonlarda oksijenli bozunmanın da minimal rolü vardır ve sistemde fazla organik madde birikimi, suyun oksijen çözme kapasitesini düşürdüğü gibi oksijen kullanımını da artırır.

Eğer sistem yukarıdakinin tam aksine ağırlıklı olarak oksijenli bozunma üzerinden yürüyorsa organik maddeler oksitli bileşiklere(Bakınız: Nitrat-NO3-) bozunma yolunda ilerlemeyi tercih eder. Bu sistem nispeten zararsız olsa da doğanın çıkmaz sokağıdır ve maddenin tam dönüşümü gerçekleşemez. Ayrıca oksijen ihtiyacını da artırır.

İki sistem de yalnız başına bulunmamalıdır. İdeali oksijensiz bozunmanın daha ağır basması ve sistemin yeterli oksijeni çözmesidir. Elbette balıkların habitatlarına veya ihtiyaçlarına göre de değişiklik ve düzenlemeler yapılmalıdır.

Yine acil durumlarda veya sistemin kötüye gittiğini sezdiğinizde pratik bir oksitleme olan oksijenli su yöntemini deneyebilirsiniz. Eczanelerde satılan klasik solüsyonlardan her 50 litre için 2-3 ml kullanabilirsiniz. Bunu çok sık tekrarlarsanız redoks potansiyeli oldukça yükselebilir. Daha ziyade problem olduğunda veya daha seyrek olarak sistemi canlandırmak için uygulanabilir. Sistemlerde zamanla redoks potansiyeli oldukça düşebilir ve mikroorganizma aktiviteleri ile kimyasal dönüşümlerin devamı için redoks potansiyelinin yükseltilmesi gerekir. Yolculuktan gelen balıkların yolculuk sırasında gördüğü hasarı minimalize etmek için de oldukça faydalı bir yöntemdir.

(Açılın, açılın biraz hava alsın ilkesi)

3.pH-GH-kH: Adlarından oldukça söz edilse de aslında çoğu zaman balıkları sağlıklı beslememize engel faktörler değillerdir. Balıklar daha gelişmiş organizmalar olarak bakterilerden daha büyük bir yaşam şartı aralığına sahiplerdir. Daha geniş pH ve GH aralığında yaşayabilirler. Ülkemiz suları genel olarak (kirlilik gibi faktörleri hariç tutuyorum) tropikal balıkların çoğunu sağlıklı bir biçimde beslemeye uygundur. Uç noktalarda olmadığı sürece bu parametrelerdeki istikrarlı şartlar sağlıklı balık beslemek için yeterlidir.

Çok uç noktalara çekilmesi ve ani değişimler haricinde, pH’ın artması veya azalması genellikle doğrudan balık sağlığını etkilemez. pH daha ziyade sistemin karakterini belirler ve bakteri aktivitelerini değiştirir. Nötr pH’a yakın sular mikroorganizmaların aktivitelerinin en doruk noktada olduğu sulardır. pH’ın 7.5 un üstüne çıkması zehirli amonyak miktarını artırıcı rol oynar. 6.5’un altına düşmesi de total amonyağın çoğunlukla amonyum halinde bulunmasını sağlar ve amonyağın zararsız formudur. Yani amonyak düşük pHlarda amonyuma dönüştüğü için balıklar için daha zararsızdır. Lakin pH hızlı yükseldiğinde kitlesel halde amonyağa dönüşme meyli vardır. Neticede görece düşük pH değerleri kullanılıyor olsa da amonyumun da sağlıklı bir şekilde sistemde dönüşebiliyor veya kullanılabiliyor olması lazımdır.

Hastalık durumlarında ise bu 3 parametrenin değerleriyle oynanıyor olması sıklıkla durumun daha da kötüleşmesine ve daha çok balık ölümüne neden olur.

(Arı kovanına çomak sokmayın ilkesi)

4-Beslenme: Her balık türünün kendine ait bir beslenme ihtiyacı vardır ve bunu doğal yollarla sağlamak en iyisidir. Fabrikasyon yemler de iyi formüle edildikleri takdirde bir yere kadar ihtiyacı karşılayabilirler fakat asla canlı yemlerin, canlı bitkilerin yerini tutmazlar.

Türk toplumunun kültüründen midir bilinmez, utanılmasa kaşıkla balık peşinde koşulup “Aç bakalım uçak geliyor” nidalarıyla balık yemlenmeye çalışılacak. Kararında ve az beslemek her zaman çok besleyip sisteme aşırı yük bindirmekten daha iyidir. Genellikle yapılan en büyük hata birkaç dakika içinde bitirilemeyecek ölçüdeki yemin akvaryuma boca edilmesidir. Su ortamı kara ortamı gibi değildir ve besinler yeterli su var olduğu için çok hızlı bir şekilde bozulabilirler. Su şartları kötüleştiğinde ise hastalığa yakalanma riski misliyle artar. Üstelik organik madde miktarı arttığında oksijen çözünme miktarı da düşecek ve oksitlenme arttığı için balıklara oksijenin yetmesi oldukça zor bir hale gelecektir.

Hastalık zamanlarında ise balık asla beslenmemelidir. Sindirim ciddi enerji gerektiren bir faaliyettir ve zaten bitkin düşmüş balığın sindirim aktivitesi ile uğraşması onun zararına olur. Eğer hastalık süreci 4-5 günü aşıyorsa o zaman minimum düzeyde yemleme yapılmalıdır.

(Atın ölümü arpadan olsun ilkesi)

5-Su Değişimi: Genel kanı ne kadar az su değiştirilirse o kadar iyi olacağı yönünde ancak ne yazık ki özellikle bakteriyel hastalıklar için bu doğru değil. Zaten kirlenmiş bir ortam var ve eğer hastalıkla başa çıkamadıysanız bir de ilaç kullanmış olabilirsiniz. Bu durumda %10-20 gibi komik miktarlarda su değişimi yapmak hastalığın seyrine belirgin bir katkı sağlamaktan uzaktır. Aynı veya çok yakın sıcaklıkta, benzer özellikteki su ile %100’e yakın bir su değişimi gönül rahatlığı ile yapılabilir ve sistemde hastalığa yol açan hataları telafi edinceye kadar buna devam edilmelidir.

Şehir sularımızın akıbeti pek hayırlı olmadığından özellikle yağmurlu günlerin ertesinde su değişimi yapmamaya özen gösterin. Bu konuya kulak kesilirseniz genellikle üretimhanelerde su değişimi sonrası toplu balık ölümlerinin bu zaman dilimlerine denk düştüğünü görebilirsiniz.

(Tebdili mekânda ferahlık vardır ilkesi)

6-Bitkilendirme, Işık: Hastalıkların önlenmesinde su kalitesinin sürdürülmesinin en önemli faktör olduğu aşikârdır. Bunun için su değişimleri yapılabileceği gibi beraberinde bitki ile de sisteme katkı sağlanması düşünülebilir. Burada sınırlayıcı faktörler elbette balıkların bitkilere olan tavrı ve habitatlarıdır. Bitkiler balık atıklarını arıtır ve üzerlerine yerleşen mikroorganizmalar sayesinde sistemdeki dönüşümü sağlayan mikro canlı sayısını artırırlar. Daha zengin elemanlarla kurulan sistemler her zaman için daha sağlıklı işler. Aquaponik sistemlerde olduğu gibi akvaryum sisteminin tamamen sırtını dayadığı bir kurulum da bize oldukça yardımcı olabilir.

Üstelik su altı bitkilendirme kimi balıklar için özellikle önemlidir. Yeşil tonlar güven kaynağıdır ve özellikle kısmen çürüyen (echinodorus, pistia vs.) bitkiler ile mosslar küçük balıkların beslenme ve mikroorganizmaların üreme sahaları haline gelirler.

Hastalık durumlarında ise akvaryumu karartmak en akıllı hamlelerden birisidir. Canlıların savunma sistemlerinin en iyi çalıştığı saatler aydınlığın olmadığı vücudun dinlendiği saatlerdir. Beyin vücut aktivitelerini sınırlayıp mikroorganizmalarla daha iyi savaşır hale gelir. Mümkünse gazete veya battaniye gibi araçlarla hastalık atlatılana kadar tank tamamen karartılmalıdır.

(Kapat gözlerini, bak yeşil yeşil ilkesi)

7-Kalabalık, Aşırı Yükleme, Stres: Doğal ortamlarda kuraklık mevsimi dışında genellikle yüz litrenin üstündeki hacimlere 1 adet balık düşerken, akvaryumlarımızda belediye otobüsü havası esmektedir. Hal böyle olunca atık madde miktarı artmakta, ortamda kişi başına düşen oksijen ve milli gelir azalmaktadır. Böyle kalabalık bir ortam ve yetersiz bir beslenme balığın ortalamadan fazla miktarda strese girmesine neden olabilir. Böyle ortamlarda balık beslemek rus ruleti oynamaya benzer. Silahta tek kurşun vardır fakat piyango mutlaka herhangi bir balığa vuracaktır. Filtrasyona ne kadar dikkat edilirse edilsin, düzen tutturulsa dahi ufak tetikleyiciler büyük kayıplara neden olabilir. Bu gibi durumlarda eğer aquaponik sistem kurmak gibi özel silahlarınız yoksa aldığınız risk artacaktır.

(Gel, gel bir sen eksiktin ilkesi)

Yukarıda sayılanlara ilave edebileceğimiz başka ufak faktörler de olabilir ancak sadece bu konu başlıklarına dikkat edilerek dahi beyaz benek, kuyruk erimesi gibi birçok basit hastalık kolaylıkla atlatılabilir ve durumdan ders çıkarılarak sonraki seferki karşılaşmalar önlenebilir.

Sonuç olarak mikroplar her yerde var ve onlardan kaçmak veya yok ederek kurtulmak olasılık dâhilinde değil. Öyleyse yapacağımız şey, doğanın işleyişine ayak uydurmayı öğrenmektir. Unutmamalıyız ki, olumsuz şartlar meydana gelmedikçe hiçbir canlı kendiliğinden hastalanmaz. En hassas olarak nitelenen canlıda bile durum böyledir. Mikroorganizmaların elinde tek taraflı, adaletsiz bir avantaj olsaydı o zaman canlılığın sürdürülmesi düşünülemezdi.

Yazan: Onur ŞAHİN
Şahsım veya akvaryum.com’dan izin alınmadan hiçbir yerde yayınlanamaz.

Rüzgardeğirmeni2014-08-20 12:23:39

Teşekkür Edenler: [T]163496,hemdoğan[/T]

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

eski-fishmanÇevrim Dışı

Özel Üye
Kayıt: 02/10/2006
İl: Istanbul
Mesaj: 1041
eski-fishmanÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 20 Ağustos 2014 12:15
Altin değerinde tatlı bilgiler :)


Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

mesutokÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 10/04/2009
İl: Istanbul
Mesaj: 17993
mesutokÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 20 Ağustos 2014 13:41
Emeğine sağlık, çok güzel, bilgilendirici, eğitici bir makale açmısın yine.

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

RüzgardegirmeniÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 12/04/2006
İl: Manisa
Mesaj: 5919
RüzgardegirmeniÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 20 Ağustos 2014 17:54
Son dönemde özellikle yeni başlayanlarda bu konuda çok kafa karışıklığı olduğunu fark ettiğim için böyle bir konuyu ele alma ihtiyacı hissettim abi. Tabi biraz da nükte kattık ki akılda kalsın.

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

Umut BaşarÇevrim Dışı

Özel Üye
Kayıt: 23/12/2012
İl: Istanbul
Mesaj: 2863
Umut BaşarÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 21 Ağustos 2014 10:31
Onur Hocam eline diline sağlık. Gerçekten hem yeni başlayanların hem de tecrübeli hobicilerin işine yarayacak güzel bir makale olmuş..

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

coryÇevrim Dışı

Özel Üye
Kayıt: 10/08/2006
İl: Burdur
Mesaj: 2035
coryÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 21 Ağustos 2014 11:57
Onur eline sağlık kültürümüzde yer etmiş,bizi şekillendirmiş ananevi sözlerimizle yazıyı birleştirince hiç sıkılmadan yazının sonu geldi.Bugüne kadar hastalıklar üzerinde genellikle yemleme,su şartları gibi parametler üzerinde konu dönüp dolaşırdı.Diğer faktörlerde değinmen çok iyi olmuş.Ellerine sağlık.

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

ringoÇevrim Dışı

Özel Üye
[B]9364,1[/B] [B]8772,2[/B]
Kayıt: 25/01/2008
İl: Istanbul
Mesaj: 1288
ringoÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 21 Ağustos 2014 15:53
Onur bey, öncelikle bu güzel yazı için teşekkürler.

Tebdili mekanda ferahlık vardır ilkeniz içindeki vurgularınıza bir ekleme yapmak isterim.

Az su değiştirin demekteki kasıt şu: genellikle tecrübesiz hobiciler tankı nispeten yeni kurduğu bir dönemde herhangi bir hastalıkla karşılaştıklarında ilk yaptıkları şey genelde tanka ilaç atmak, bol su değiştirmek, filtreleri vesaire temizlemek oluyor. Dolayısıyla böyle bir durumda çıkmaz bir sokağa girilmiş oluyor. Yani hobici herhangi bir hastalık sebebiyle zayıf düşmüş balığını oturmamış biyolojik filtrasyon ve stabil olmayan su şartlarının birleşmesi sebebiyle, yani diğer olumsuz etkenlerin birleşimi ile kaybediyor. Dolayısıyla birincisi öncelikle ana tankta asla ilaç kullanımını tavsiye edilmediği gibi (en azından ben kullanmam), biyolojik filtrasyonun oluşum sürecini engelleyecek yavaşlatacak sekteye uğratacak diğer hususlarla birlikte su kimyasının bir miktar değişimi anlamına gelecek olan %100 su değişimi vesaire gibi hususlar tavsiye edilmemektedir. 

Kısacası akvaryumun oturma sürecine ve su şartları stabilitesine dikkat edilmeye çalışılmaktadır. Uç bir örnek vereyim diyelim ki oturmamış akvaryum suyunda bir miktar amonyum var diyelim, bunu bir anda sıfırlamak bile canlılar üzerinde olumsuz sonuçlar verebilir. Mesela gözlemlediğimi bir örnek vereyim, uzun süre 40ppm civarında nitratlı suda yaşayan balıklarda bunu kısa sürede 10ppm e düşürdüğümde balıklarda ve bitkilerde kısa süreli olumsuzluklar gözlemledim. Yani zararlı birşeyi çıkarsanız bile balıkların atmosferindeki ani değişiklikler olumsuz neticeler verebiliyor. 

Tabii bunlar biraz  uç örnekler diğer taraftan akvaryumdaki su başlangıçta dinlenmiş çeşme suyu olsa bile eğer bir iki gün önce değiştirilmemişse asla aynı su değildir. Yani su akvaryumda bir süre kullanıldıktan sonra birçok biyolojik ve kimyasal değişime uğramaktadır. Atıyorum bazı metaller oksitlenmiş, biraz amonyak oluşmuş, azıcık kalan klor uçmuş, redoks potansiyeli düşmüş, potasyumun bir kısmı ufak bir yosunlaşmaya kurban gitmiş, dolayısıyla co2 azalmış, ph artmış, oksijenli bileşiklerin bir kısmı bir oksijen vermiş ve yapısı değişmiş, kalsiyum ve karbonatın bir kısmı çökmüş su biraz yumuşamış, bikarbonatın bir kısmı asidik etki sebebiyle azalmış vesaire olabilir. Yani akvaryumdaki suyun kimyası değişmektedir. 
Dolayısıyla tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde tavsiyler de bahsettiğiniz şekilde olmuş oluyor. 

Tabiki elbette sizin gibi tecrübeli ve tüm bu hususları bilen ve balığın hastalığı hakkında tam bir bilgi sahibi olan bir hobici diğer şartlara da dikkat ederek elbette %100 su değiştirebilir. Ancak tecrübesiz arkadaşlara şunu da belirtemek gerekir, bu yöntemler yeterince bilinçli değilseniz balığınızı kaybetme sürecinizi hızlandırabilir. 

Yani "tebdili mekanda ferahlık vardır ilkenize bir ilke ekleyerek "tedbirli olmakta da fayda vardır." 
demek suretiyle bir katkıda bulunmak istedim. 

Saygılar.
ringo2014-08-21 16:04:41

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

RüzgardegirmeniÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 12/04/2006
İl: Manisa
Mesaj: 5919
RüzgardegirmeniÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 22 Ağustos 2014 11:32
İlyas Bey, benim her söylediğim %100 doğru olmak zorunda değil elbette. Bazı önerilerin çok yanlış anlaşılabildiğini görüyorum. Akvaryum kokusu 3 blok öteden hissedilen bir suyu istediğiniz kadar az miktarda değişimlerle destekleyin, bir türlü dengeye kavuşturamazsınız. Mutlaka ekstra önlemler alınmalı. Filtrasyon muhtemelen yetersizdir. Önce diğer faktörler kontrol edilmeli ve bunların yanında kirli su mümkün olduğu kadar uzaklaştırılmalıdır.

Ufak tefek su değerleri değişikliği balığı sanılan kadar etkilememektedir. Doğada daha dramatik sıcaklık düşüşleri ve su kimyası değişimi vardır. Su kirleticilerle bezenmediği sürece bu değişiklikler balıklar tarafından benimsenir ve balıklar kolaylıkla adapte olabilir.

Desteğiniz için teşekkür ederim.

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

ringoÇevrim Dışı

Özel Üye
[B]9364,1[/B] [B]8772,2[/B]
Kayıt: 25/01/2008
İl: Istanbul
Mesaj: 1288
ringoÇevrim Dışı
Özel Üye
Gönderim Zamanı: 22 Ağustos 2014 20:27
Onur bey, ben neden sınırlı su değişimi tavsiye edildiğinin izahını yapmaya çalıştım, elbette kimi durumlarda örneğin amonyak tavan yapmışsa sizn belirttiğiniz gibi suyu bir an önce önemli miktarlarda değiştirmekte fayda var, bu açıdan söylediklerimiz arasında bir fark yok. Diğer taraftan bol su değiştirerek sık filtre temizleyerek  ve suya birtakım ilaçlar katılmak suretiyle biyolojik dönünün oluşumunu bilmeyerek engelleyebilecek tecrübesiz arkadaşların dikkatini çekmek istedim, yoksa söylemek istediklerinizi anlayabildiğim gibi bu hususların ne derecede önemli olduğunu bildiğiniz zaten daha önceki yazılarınızdan çok net bellidir. 

Canlıların yeni şartlara adapte olabilmesi elbet olağan bir durum.  İşte benim de hassasiyetim burada başlıyor. Özellikle hasta bir balık sözkonusu olduğunda stabiliteye ayrıca özen gösterilsin diyorum ve biyolojik filtrasyon eksikliğinden kaynaklı yeni toksik etkilere zaten hasta olan bir balığı maruz bıraktığımızda bu toksik etkiler ve ani su kimyası değişiklikleri daha olumsuz neticeler verebilir ve veriyor demek istedim. Açıkçası hobistler genellikle bu sebeplerle balıklarını öldürüyorlar. Nasıl ki hasta olduğumuzda vesaire aman camı açmayalım ceyran yapar vesaire daha fazla hassasiyet gösteriyorsak veya çocuk hasta iken odayı sabit ve belli bir sıcaklıkta korumaya çalışıyorsak, hasta bir balık olduğunda da stabilite çok daha fazla önem kazanır demek istiyorum. 
Diğer taraftan doğada dramatik değişikliklerin yaşandığı yönündeki söyleminize şöyle bir katkıda bulunmak isterim. Elbette bu söylemde bulunurken su kaynaklarının niteliği ile coğrafi bölgesi de önemlidir. Yani denizlerdeki kimyasal ve sıcaklık değişim miktar ve zamanlaması aynı olmadığı gibi göllerde veya akarsular arasında veya coğrafi bölgesine göre aşırı yağış alan bölgeler ile diğer bölgeler arasında önemli farklılıklar vardır. Temelde topyekün bakıldığında ve hava gibi bir gaz olmayıp rüzgarlarla bir anda değişemediğinden genel anlamda içeriği bellidir ve ısı ve kimyasal olarak değişimlere çok daha fazla kapalıdır.  Dediğiniz gibi bir takım değişiklikler olsa da bizim akvaryum ortamında yaratabileceğimiz değişikler ile, yağmur, akarsular ve bölgesel hava ısı değişimleri ile yaratılan değişimler bizim yapabildiklerimiz yanında devede kulak kalmaktadır. 
Doğada hiçbir sudaki atıyorum 50ppm nitrat birkaç dakikada sıfıra inemeyeceği gibi, doğada hiçbir suya bir anda 30ppm sodyum ilave olmaz ancak bir bir kaşık tuzla biz bunu yapabiliyoruz, doğadaki bir suda (akarsu vesaire hariç)  bir anda ısı da düşmeyeceği gibi, biz bunu bira anda yapabiliyoruz. Diğer bir husus belirtmeye gerek yok ancak daha radikal su değişimlerini absorbe edip adapte olabilecek balıkların yanında bunu daha az kaldırabilecek balıkların olduğunu da (deniz balıkları biraz daha öyledir) söylemek gerek. Diğer taraftan bir başka örnek vereyim mesela hobici ilk kurulumda damacana su kullanıyor, sonra çeşme suyuna dönüyor, damacana atıyorum oldukça saf az biraz sodyum mesela 20ppm, 10ppm kalsiyum biraz karbonat biraz klorür içeriyor, musluk suyu ise tam tersi atıyorum sodyum az kalsiyum fazla vesaire gibi, doğada böyle bir şey mümkün mü elbet değil. Doğadaki değişimler bu açılardan bakıldığında çok çok sınırlı olup, adaptasyon dediğimiz şeyin de sınırları bulunmaktadır ve sadece bazı tür sağlıklı balıklar daha fazla adaptasyonu başarabilmektedir. 
Yani tanganika gölünün balığı izmit gölüne adapte olamadığı gibi olamamasının en önemli nedenlerinden biri su kimyası biri de sıcaklık değişim oranları olmaktadır. Atıyorum deniz suyunun sodyum oranı diğer tuzlara göre %78 ise ya sodyum %68 olsun nasıl olsa balık adapte olur doğada da böyle olur demek pek mümkün olmamaktadır. Toplam tuzlulukta çok ufak tefek oynamalar olabilsede en azından tuzların birbirlerine oranları aynı kalacaktır. Tatlı suda da durum aslında aynıdır iki uç arasındaki mesafe birim cinsi mg/lt olduğundan bize büyük gibi gelen iki uç dedidiğimiz mesafenin arası aslında çok yakındır. 

Kısacası özel anlamda söylediklerinize katılmakla birlikte eksik veya yanlış anlaşılabilecek veya beni yanlış anlyabileceğiniz hususlar hakkında bir açıklama yapmak istedim.

Saygılar.

Aceleye gelince biraz karışık bir anlatım oldu, bir örnekle anlatmak istediğimi netleştireyim. Tatlı suda bir müddet su değiştirmeyince 3-10 ppm arası fosfat birikimi olabilmektedir. Biz  bunu %100 su değişimi ile sıfırlayabilsek de doğada böyle bir şey mümkün olamamaktadır. Dolayısıyla balıkların metabolizmaları da böyle durumlara pek alışık olmuyor. Çok sağlıklı balıklarda bile su kimyasındaki ufak ani değişiklikler olumsuz neticeler doğurabilmekte ancak sağlıklı balıklar bu duruma bir kaç gün içinde adapte olarak normal davranış ve renklerine de dönebilmektedirler. Uzun süre su değişilmediği ve sonrası bir miktar su değiştirildiği durumlarda hemen herkes gözlemlemiştir ki balıkların davranış ve renklerinde değişimler olmaktadır. Aslında bu yeni duruma adapte olma aşaması olduğu gibi bu durumda balıklar yeni durumdan çok memnun oldular sonucu çıkarmak mümkün değildir aslında bu bir olumsuzluğun ifadesidir. Ancak değişim yapılmazsa toksik etkilerin yoğunluğu artacağından bu bir zorunluluktur. Dolayısıyla toksik etki artma hızını kısarak (düşük balık yoğunluğu) ve su değişim miktarını daha düşük yüzdelerde daha sık aralıklarla yaparak en mantıklı akvaryum işletim sistemi kurulmuş olmaktadır. Dolayısıyla da bu tavsiye edilmektedir. Hasta bir balık söz konusu olduğunda ise bu durum normalinden çok çok daha fazla önem arzetmektedir. Balık su şartlarına adapte olmaya mı çalışsın hastalığı ile mi uğraşsın yani. 
Ben genel bir yöntem olarak (özel bazı hastalık durumları hariç)  hasta bir balığı sağlıklı bir akvaryum ortamında kendi haline bırakma taraftarı olduğumdan ilaç vesaire kullanımlarının biyolojik filtrasyonu bozmaktan başka pek işe yaramadığını, su kimyasının ilaçlarla bozulduğunu ve tecrübesiz arkadaşların oturmuş akvaryum düzenlerini bu sebeplerle bozduğunu ve sonuçta daha fazla hastalık ve ölüm yaşandığını az çok tecrübe ettiğimden siz aksini söylememiş olsanız da ve özel bir duruma ilişik olarak yazmış olsanızda aynı hususa genel bir bakış atarak  konuyu okuyacak arkadaşların bu hususlarda da ayrıca bilinçli ve dikkatli olabilmeleri açısından eksik bıraktığınız kısımlara tekrar değinme ihtiyacı hissettim. 
 

Ettekrarü ehsen velev kane yüzseksen ilkesi.

Saygılar.

ringo2014-08-23 04:09:17

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir

RüzgardegirmeniÇevrim Dışı

Kıdemli Akvarist
Kayıt: 12/04/2006
İl: Manisa
Mesaj: 5919
RüzgardegirmeniÇevrim Dışı
Kıdemli Akvarist
Gönderim Zamanı: 01 Eylül 2014 11:04
İlyas Bey aslında benzer şeyleri ifade ediyoruz. Sadece vurguladığımız noktaların farklı olduğunu düşünüyorum, hepsi bu. Teşekkür ederim katkınız için. 

Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir